2 Ağustos 2009 Pazar

Hasret...

Mevsim itibariyle bu günlerde insanlar akın akın ya deniz sahillerine gidiyor ya da doğup büyüdükleri anayurdu olan memleketine gezmek, sılayı rahim yapmak için binlerce km. yol katederek geliyorlar. Binbir meşakkatle tatil için...

Gözleri görmüyor hiçbirşeyi, bunca yol katetmelerine rağmen. Yorulmuyorlar, tepelerine inen sıcağa aldırış da etmiyorlar. Yeter ki; menziline ulaşsın kazasız belâsız...

Uzun yıllar olmuş ayrılalı memleketlerinden. Kimisi bağ beklediği, kimisi koyun otlattığı, kimisi de kırda bayırda dolaştığı günleri hatırlıyor olmalı. Kır bekçiliği yapmış, ekin ekmiş, ekin biçmiş, sap saman sürmüş, hayvan otlatmış, kurt görmüş, kuş görmüş... O günlerin özlemini gideriyor bu günlerde.

Tek kelimeyle vatan hasreti buram buram kokuyor burunlarına... Doğup büyüdüğü yerler.

Ben de geçtiğimiz günlerde bir öğle vakti bindim arabama, çıktım araziye. Kimsecikler yoktu ortalıkta gözüken. Halbuki otuz kırk yıl önce köyümüzün bütün mevkilerinde, nereye giderseniz gidin mutlaka çalışan insanlar, gezen, tozan kişiler görürdünüz. Hiç kimseye rast gelmedim gün boyunca. Hem geziyor hem de sıkılıyordum. Bağımızın başına vardım. Bağdan hiçbir eser kalmamış, kendi kaderine terk edilmiş hafif bir yeşillik görülüyor; ışkın da yok üzüm de. Bağ ortasındaki elli yıllık kayısı ağacının gölgesinde uzandım, kayısı yedim bir poşete de dostlar yesin diye olanı kadar aldım. Kayısının dalları bile bakımsızlıktan kurumuştu, belli ki kayısı ağacı da ilgi bekliyor, sevgi istiyordu.

Sadece bizim bağ batmamıştı. Orman eteğinde herkesin bağı bostan olmuş, yok olmuştu. Tek bir Allah’ın kulu bağını görmemişti. Halk tabiri ile bağlar gazel olmuştu; yazık, çok yazık…

Adı geçen bağları bu mevsimde cıvıl cıvıl gençler beklemeye başlarlardı. Kuş kondurmazlardı üzerine. Gözlerinden çok sakınırlardı.. Gündüz beklendiği gibi gece de nöbet tutulurdu bağlar bozulana kadar.. Çünkü bağlar geçim kaynağıydı o günlerde..

Orman içinde ne tür kuşlar öterdi.. Her bir dalında bugün ötmüyor kuşlar.. “Kurtlar bile koyunsuz, kuzusuz hayat çekilmez" deyip terk etmiş araziyi. Topçu’nun ormanı domuzlara kalmış. Büyüklerin anlattıklarına göre tek bir tane domuz gören olmamıştı geçmiş yıllarda. Şimdi orman içerisinde sürüyle gezdikleri söyleniyor .

Toprağında yeşil halı serilmiş, ağaçlar yaprak elbiselerini giyinmiş, kırlangıçlar taşlara, kargalar dallara, keklikler çalılıklarda toprağa yuvalarını yapıp palazlarını uçururken, akşamları çekirgeler, şafakta kuşlar, gündüzleri Ağustos böcekleri korolarını bomboş dağlara söylüyorlar bu günde.

Kayalarında kartal uçmuyor, delice kuşunun nesli yok oldu, soğuk sularından keklikler içmiyor artık, piknik için kene var diye aileler de gelmiyor eskisi gibi.

O güzelim Çığırgan mevkimizde, Kalemizde, Sarı Yaprak'ta, Necip’in Dere'de, Nuh’un Dere'de Çirçir, Kızıl Kavaklık, Hapan mevkiinde, çoban kavalları çalınmaz, koyunlar melemez, kayalıklarında keçiler sekemez olmuş.

Çayırlık çimenlik yerlerinde mandalar otlatılmıyor. Nesli kesilmiş öküzlerin; artık öküzü bilen yok.. Tosunlar iki yaşına gelmeden doğruca tutuyorlar Aytaç’ın yolunu; ömrü bu kadar...

Eskiler derler ki: ‘Çölde yolunu şaşırırsan, kuşların ve karıncaların izini sür, onlar insanların olduğu yerlerde yaşarlar."

Kâinatı yaratan yüce Rabbim: hayvanlara da vahyederek, 'İnsanların bol olduğu yerlere gidin, orada yaşayın' diyor olmalı ki, insanların olmadığı yerlerde hayvanlara da rastlamıyoruz günümüzde.

Neticede; ben yalnız, dağlar yalnız. Ben ıssız, vadiler ıssız. Kimse yoktu gezdiğim gördüğüm yerlerde. Ne yılan, ne çıyan, ne kertenkele, ne kaplumbağa gördüm.. Duymadım bülbül sesi. Toprak yağmura muhtaç, insan doğaya muhtaç. Kurumuş her taraf, kavrulmuş...

Hasat mevsimi herkes ektiğini biçiyordu neticede vesselâm…

(Ahmet Büyüksoy – Merhaba Yozgat Gazetesi)

Hiç yorum yok: